Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yaşanan bir cinayet olayı, toplumun dikkatini bir kez daha kadına yönelik şiddet ve hukukun işleyişi üzerine çekti. 28 yaşındaki Sinem, eski sevgilisi tarafından katledildi. Olayın en çarpıcı yönü ise ortaya çıkan detaylar oldu. Sinem'in ailesi, mağdurun eski sevgilisinden koruma talep etmiş ve mahkeme tarafından kişi hakkında uzaklaştırma kararı çıkartılmıştı. Ancak bu tedbirler, ülkemizde sıkça rastlanan yetersizlikleri bir kez daha gözler önüne serdi. Sinem'in katili, korunma ile ilgili tüm hukuki düzenlemeleri göz ardı ederek balkondan tırmanarak eve girdi.
Sinem, yaşadığı ilişki süresince sürekli olarak tehditler alıyordu. Eski sevgilisinin şiddet eğilimli davranışları, zamanla korkutucu boyutlara ulaşmıştı. Kendi can güvenliğinden endişe eden Sinem’in ailesi, bir süre sonra durumu polise bildirdi ve mahkemeden uzaklaştırma kararı çıkarılmasını talep etti. Ancak ne yazık ki, mahkeme tarafından onaylanan bu karar, hırslı bir katil için yeterli koruma sağlamadı. Uzaklaştırma kararına rağmen, Sinem’in eski sevgilisi evinin balkonuna tırmanarak içeri girdi ve onu acımasızca öldürdü. Bu durum, yasaların ne kadar etkisiz kalabileceğini gözler önüne serdi. Ayrıca, kadınların korunması ile ilgili yasaların ne denli yetersiz kaldığını da bir kez daha hatırlattı.
Sinem’in acı dolu hikayesi yalnızca kendi yaşamıyla sınırlı kalmadı; aynı zamanda toplumu sarstı. Herkes, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için daha etkili önlemler alınması gerektiğine oldukça net bir şekilde işaret etti. Aile, arkadaş ve komşular, Sinem’in sürekli tehdit altında olduğunu bilmelerine rağmen, bu durum karşısında etkili bir çözüm üretemediler. Türkiye'de kadına yönelik şiddetle ilgili yasalar var; ancak bu yasaların uygulanabilirliği üzerine pek çok soru işareti var. Olayın ardından birçok hak savunucu grup, meydana gelen bu cinayetle ilgili olarak devletin kadına yönelik şiddete karşı olan tutumunu eleştirdi. “Erkek şiddeti durdurulmuyor, önlemler yetersiz,” gibi söylemler sıklıkla dile getirildi.
Cinayette hayatını kaybeden Sinem’in ardından, sosyal medya kullanıcıları da etkinlikler ve kampanyalar düzenlemeye başladı. “Sinem yalnız değil” sloganı ile başlatılan kampanyalar, kadınların yaşadığı zorlukları ve yaşamsal tehditleri sessiz kalmayarak dile getirme çağrısı yaptı. Toplumun bu konudaki duyarlılığının artırılması için çeşitli protestolar gerçekleştirildi. Sinem’in kaybı, kurbanların seslerini duyurma konusunda bir farkındalık yaratma potansiyeli taşıyor. Kadın cinayetlerine ve şiddete karşı daha sert yasaların ve etkili önlemlerin alınması gerektiği vurgulanıyor.
Sinem’in cinayetinin ardından, olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma da büyük bir merakla takip ediliyor. Katilin yakalanmasının ardından, adaletin sağlanması için hangi adımlar atılacağı şimdiden merak konusu oldu. Bu tür, birçok kadının hayatına mal olan olayların önüne geçmek için toplum olarak zihinlerde bu tür soruların daha fazla yer edineceği bir dönem başlamak zorunda. Sinem’in dramı, inşaat yapılan bir inşaat alanı değil; maalesef birçok kadının yaşam mücadelesinin bir örneği haline geldi. Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddet ve korunma mekanizmaları konularında farkındalık yaratmak her zamankinden daha önemli hale geldi.
Dünyanın dört bir yanındaki kadınlar, mücadelenin her aşamasında yalnız olmadıklarını görmelidirler. Başta Sinem'in ailesi ve akrabaları olmak üzere, onun hikayesinden etkilenen herkesin, bu mücadelede yer almayı sürdürmesi gerektiği açık. Cinayet, yalnızca bir hayatın sona ermesi değildir; aynı zamanda toplumbilimsel bir travmadır. Sinem’in acı dolu hikayesi, basit bir çarpışmadan çok daha fazlası; bu bir bağlamda, hepimizin dikkat etmesi gereken bir uyarıdır. Kadınların hayatlarını korumanın bir yolunu bulmak ve bu tür trajik olayların gerçekleşmesini önlemek için ne yazık ki pek çok mücadele verildi, verilmeye devam edecek.
Sonuç olarak, Sinem’in cinayeti ile açığa çıkan sosyal travmalar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde değişim ve dönüşüm için bir fırsat olmalıdır. Toplum olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelede daha faal adımlar atılmalı; eğitim, yasalar ve farkındalık kampanyaları ile kadınların hakları güvence altına alınmalıdır. Sinem’in katili belli, ama bu cinayeti durduracak mekanizmalar ne yazık ki çoğu zaman işlevsiz kalıyor. Kadınların yaşam haklarının güvence altına alınması için, sesimizin daha gür çıkması, yasaların etkili bir biçimde uygulanması ve her türlü şiddetin karşısında olmak için bir araya gelmemiz gerekmekte. Her bir bireyin sorumluluk alması gereken bu süreçte, Sinem’in sesi, hukukun ve adaletin sesi olmalı.